Kabir ziyareti
Müslümanların kabirleri ziyaretleri iki şekilde olur:
Şer’İ ziyaret ve bid’at olan ziyaret.
Şer’î ziyaret, cenaze namazındaki amaç, nasıl onun için dua etmek ise, kabri ziyaretteki amaç da o kabirdeki ölü için dua etmektir. Kabri başında durmak da, cenaze namazını kılmak türündendir. Yüce Allah münafıklar hakkında şöyle buyurmaktadır:
«Ve onlardan ölen birine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma» (9 Tevbe 81)Böylece yüce Allah, Peygamberini, münafıkların cenaze namazlarını kılmaktan ve kabirleri başında durmaktan sakındırmaktadır. Çünkü onlar, Allah ve Resulüne inanmamış; kâfir olarak ölmüşlerdir. Bu illetten, yani kâfir olmalarından dolayı cenaze namazlarını kılmayı da, kabirleri başında durmayı da yasaklayınca, bu, şuna işaret eder ki, bu illet ortadan kalkınca yasaklama da kalkmaktadır.
Yasaklamanın onlara tahsis edilmesi, başkalarının namazlarının kılınacağını ve kabirleri başında durulacağını gösterir. Çünkü hiç kimse hakkında kabir ziyareti meşru olmasaydı, yasaklama onlara hâs kılınmaz ve bunun nedeninin, kâfir oluşları olduğu belirtilmezdi. İşte bu nedenledir ki, mü’minlerin cenaze namazlarını kılmak ve kabirleri başında durmak, mütevatir sünnettendir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) müslüman ölülerin cenaze namazlarını kılmış ve bunu ümmetine teşri buyurmuştur. Ümmetinden biri defnedildiğinde kabri başında durur ve :
«Onun için sebat isteyiniz. Çünkü şimdi o, sorguya çekilmektedir»buyurmuştur. (Hadîsi, Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmiştir) (Ebû Dâvud, Cenâiz 69).
Yine Baki’ mezarlığını ve Uhud’taki şehidleri ziyaret ediyor ve ashabına, kabirleri ziyaret ettiklerinde şöyle demelerini öğretiyordu :
«Selâm size ey mümin ve müslüman diyarın ehli. înşâallah bizler de size ulaşacağız. Allah, sizden ve bizden öncekilere ve sonrakilere merhamet etsin. Allah’tan, bize ve size afiyetler dileriz. Ecirlerinden bizi mahrum etme ve onlardan sonra bizi imtihan etme Allah’ım!» (Nesâî, Cenâiz 103; Müslim, Cenâiz 103; İbn Mâce, Cenâiz 36).
Müslim’in Sahîh’inde Ebû Hüreyre’ den yapılan bir rivayete göre de Resûlüllah (s.a.v.) mezarlığa gitmiş ve şöyle buyurmuştur :
«Selâm size ey mü’minler topluluğunun diyarı, înşâallah bizler de size ulaşacağız» (Müslim, Cenâiz 102; Ebû Dâvud, Cenâiz 79).
Bu konudaki hadîsler sahih ve malûmdur. Mü’minlerin kabirlerine yapılan şer’î ziyaretten maksat, onlar için dua etmektir.
Bu ziyaret, ortak noktaları olan kâfirlerin kabirlerini ziyaret etmekten farklıdır. Nitekim Müslim’in Sahîh’i ile Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce’de Ebû Hüreyre’nin şöyle dediği nakledilmektedir: Resûlüllah (s.a.v.) annesinin kabrine geldi. Kabri başında ağladı. Bu yanındakileri de ağlatmıştı. Sonra şöyle buyurdu:
«Ona (anneme) mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, izin verdi. Kabirleri ziyaret edin, çünkü onlar size âhireti hatırlatır» (Müslim, Cenâiz 105,, 108; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77) . (Resûl-i Ekrem’in ebeveyni hakkındaki bu gibi rivayetler müslüman bilginler arasındaki anlaşmazlık konularından birisini teşkil etmektedir. Bu hususta yazılmış birçok kitab, Resûlullah’ın anne ve babasının ehl-i necat olup olmadığı kanaatlerinin isbatına hasredilmiştir. Bu alanda yazılmış ve Resûlüllah’ın ebeveyninin ehl-i necattan olduğunu ilmî bir duyarlılıkla ele alan en önemli eserin Hafız Süyûtî’ye ait olduğu belirtilmektedir. Daha geniş bilgi için bakınız; «Sahih-i Buhârî muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi 4/535»)
Kabirdeki kâfir bile olsa, bu tür ziyaret ölümü hatırlatması bakımından yararlı ve meşrudur. Ama, ölü için dua etmek amacıyla ziyaret böyle değildir. Bu, yalnızca mü’minin kabrini ziyaret hakkında meşrudur.
Bid’at olan ziyarete gelince, ölüden ihtiyacını gidermesini istemek, ondan dua ve şefaat beklemek, ya da kabri başında dua etmenin icabete daha şayan olacağı düşüncesiyle yapılan ziyarettir. Bu düşüncelerle yapılan ziyaretlerin hepsi sonradan uydurulmuş bid’atler olup Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeyi teşri etmemiş ve sahabe de, Peygamber (s.a.v.)’in veya bir başkasının kabrini bu şekilde ziyaret etmemişlerdir. Bu, bir tür şirk veya şirke götüren yollardandır.
Onlara dua etme, ya da onların yanında dua etme düşüncesini taşımadan, peygamberlerin ve salih kimselerin mezarları yanında namaz kılacak olursa, meselâ kabirlerini mescid edinirse, bu, haram olup yasaklanmıştır. Bunu yapan kişi, Allah’ın gazap ve lanetine uğramıştır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
«Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinenler için Allah’ın gazabı çetin oldu».
Yine şöyle buyurmaktadır:
«Allah yahudi ve hıristiyanları kahretsin. Çünkü onlar, peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler» (Buhârî, Salât 48, Cenâiz 69, 96; Müslim, Mesâcid 19).
Bu gibi sözleriyle Peygamber (s.a.v.), bizleri onların yaptıklarından sakındırmaktadır. Yine şöyle buyurmaktadır:
«Sizden öncekiler, kabirleri mescid ediniyorlardı. Kabirleri mescid edinmeyin. Sizi bundan sakındırıyorum, bilesiniz» (Muvatta’, Kasru’s-Salât fi’s-Sefer 85).
Böyle davranmak haram ve Allah’ın gazap ve lanetine sebep olunca, artık ölüye yalvaran, ya da yanında veya onunla dua eden ve bunun, duasına icabet edilmesine, isteklerine nail olmasına ve ihtiyaçlarının yerine getirilmesine sebep olacağına inananın durumu nasıldır? Hz.Nûh’un kavminde şirkin ve putlara tapma sebeplerinin ilki buydu.
İbn Abbas şöyle demektedir: «Hz. Âdem ile Nuh arasında on nesil vardı. Hepsi de islâm üzereydi. Sonra aralarındaki salih kimseleri tazim etmeleri nedeniyle şirk ortaya çıktı.»
Buhari ‘nin Sahîh’i ile tefsir ve peygamber kıssalarıyla ilgili kitablarda İbn Abbas ve başkalarından nakledilen müstefiz haberlerde, «Dediler ki: ‘Tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne de Yeğüs’u, Ye’uk’u ve Nesri bırakmayın» (71 Nuh, 23) âyetiyle ilgili olarak Şöyle denilmektedir: Âyette adı geçenler, Hz. Nuh kavminden salih kimselerdi. Öldüklerinde sık sık kabirlerinin başında toplanır oldular. Sonra da heykellerini yapıp onlara ibadet ettiler. İbn Abbas diyor ki: Daha sonra bu putlar Arap kabilelerinde de yaygınlaştı.
Materyalist ve mülhid filozoflardan bir grup zamanla yeni bir tür şirk icat ettiler. Bunu, kabirleri ziyaret konusunda zikrettiler Nitekim İbn Sina ve «el-Kütüb el-Maznûn bihâ», adlı eserin sahibi gibi İbn Sina ‘nın peşinden gidenler bunu söz konusu etmiş ve şefaate kendi metodlarına uygun bir anlam vermişlerdir. Onlar Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yarattığını, cüz’iyyâtı bildiğini kullarının seslerini duyduğunu ve dualarına icabet ettiğini kabul etmektedirler.
Onlara göre Peygamber ve salihlerin şefaati, îman ehlinin bildiği gibi, salih kişinin yaptığı bir dua olup Allah’ın da onun bu duasına icabet etmesi şeklinde değildir. Yine onlara göre, Peygamber ve salih kimselerle istiskâ yapılıp onların duasına icabet sebebiyle yağmurun yağması mümkün değildir.
Aksine onlar, tabiat olaylarında etkili olan nefsânî kuvvetlerin atmosfer olayları veya tabiat kuvvetleri olduğunu ileri sürerler. Derler ki: Kişi, ölmüş olan salih birini severse, özellikle kabrini ziyaret ettiğinde ruhu ile ölen kişinin ruhu arasında bir ilişki meydana gelir. Onlara göre akl-ı faal’dan, ya da felekî nefsten ayrılan o ölmüş kimsenin ruhu, Allah’ın bilgisinin dışında – hatta ziyaretçi ruhun da farkına varmayacağı bir şekilde – şefaat dileyen ziyaretçinin ruhuna feyiz saçar. Buna örnek olarak da şunu söylerler: Güneşe karşı bir ayna tutulduğunda, ayna güneşin ışınlarını alır. Sonra o aynanın karşısına başka bir ayna tutulursa bu ikinci ayna, ışınlarını birincisinden alır. Bu aynanın karşısında da bir duvar ya da su bulunacak olsa, ışınları bunlara iletir. Onlara göre şefaat de işte böyledir. Ziyaretçi bu şekilde yararlanır. Bu söylenenler üzerinde düşünen herkes küfür türlerini açıkça görür.
İnsanın sapıtmasına sebep olarak putların yanında şeytanların bulunması, oraya gelenlere hitapları ve birtakım tasarruflarda bulunmaları şüphe götürmeyen bir vakıadır. Kabirlerin put edinilmeleri de, şirkin ilkidir. İşte bu sebepledir ki, bazı kimselere kabirlerin yanındayken sesler gelir; onlara birileri görünür ve birtakım garip tasarruflara tanık olurlar. Böylece bu şeyleri o ölünün yaptığını sanırlar. Oysa onları yapanlar cin ve şeytanlar olabilir. Meselâ, kabrin yarıldığını, içinden ölünün çıktığını, kendileriyle konuşup kucaklaştığını görürler. Bu, diğerlerinin kabirleri yanında olabileceği gibi peygamberlerin kabirleri yanında da olur. Oysa kabirden çıkan şeytandır. Şeytan, insanın suretine girerek, kendisinin peygamber ya da falan şeyh olduğunu söyler. Halbuki o, yalancıdır.
Bu konuda o kadar çok olay vardır ki, burada hepsini zikretmek mümkün değildir. Cahil kişi, kabirden çıkıp kendisiyle kucaklaşan ya da konuşanın, o kabirde yatan kişi ya da peygamber veya salih kişi olduğunu sanır. Ama (ilim sahibi) îmanı kuvvetli mü’min, onun şeytan olduğunu bilir. Bunun şeytan olduğu şu özelliklerle bilinir:
1 — Gören kişi samimiyetle ve doğru olarak Âyete’l-Kürsî’yi okumasıyla. Böylece görünen şahıs hemen yok olur. Veya yere gömülür. En azından görünmez olur. Eğer o kişi gerçekten salih biriyse, ya da bir melek ve mü’min bir cin ise, Âyete’l-Kürsî ona zarar vermez. O, ancak şeytanlara zarar verir. Nitekim Buhari’ nin Sahîh’inde anlatıldığı şekliyle cinlerden biri, Ebû Hüreyre’ye: «Yatağına girdiğinde Âyete’l-Kürsî’yi oku. O zaman Allah’tan bir koruyucu seni korur; sabaha kadar hiçbir şeytan sana yaklaşamaz» demişti. Olayı duyan Resûlüllah (s.a.v.), Ebû Hüreyre’ye
«O, bir yalancı olduğu halde sana doğruyu söylemiştir»demiştir.(Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’an 3; Ahmed İbn Hanbel 423)
2 — Şeytanlardan Allah’a sığınmasıyla.
3 — Bu konudaki diğer şer’î duaları okuyarak sığınmasıyla.
Şeytanlar, peygamberlerin hayatlarında karşılarına çıkar ve onlara eziyyet etmek, ibadetlerini bozmak isterlerdi. Nitekim bir defasında Peygamber (s.a.v.)’e cin gelmiş ve bir ateş aleviyle onu yakmak istemişti. Bunun üzerine Cebrail, Ebu’t-Tayyah’ tan rivayet edilen hadîsin ihtiva ettiği meşhur sığınma duasını getirdi. Ebu’t-Tayyah diyor ki: Biri, yaşlı ve Peygamber (s.a.v.)i görmüş Abdurrahman b. Hubeyş’e sordu; Şeytanlar Resûlüllah (s.a.v.) ‘e komplo hazırladığında Resûlüllah ne yaptı? Abdurrahman dedi ki: Şeytanlar, çukur ve vadilerden çıkıp Resûlüllah’a doğru akın etmeye başladılar. Resûlüllah korktu; ne yapacağını şaşırmıştı. Bunun üzerine Cebrail geldi ve ona: «Ey Muhammed, söyle» dedi. Resûlüllah: «Ne söyliyeyim?» diye sordu. Cebrail: Şöyle söyle, dedi:
«Allah’ın yaratıp çoğalttığı ve kendilerine bir düzen verdiği şeylerin şerrinden, gökten inenin ve ona tırmananın şerrinden, yerden çıkanın ve ona girenin şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinin şerrinden, iyilikle gelen hariç ansızın gece gelenin şerrinden, ne iyi ve ne de kötünün aşamadığı Allah’ın mükemmel kelimelerine (kanunlarına) sığınıyorum, Ya Rahman!»
Buhari ve Müslim’de Ebû Hüreyre’nin şöyle bir hadîsi mevcuttur: Peygamber Efendimiz buyurdular:
«Dün gece namazımı kesip bana kötülük etmek üzere cinden bir ifrit geldi. Fakat Cenâb-ı Hak ona karşı bana güç verdi de onu defettim. Sonra onu yakalayıp sabahleyin siz kalktığınızda bakasınız diye Mescid’in bir direğine bağlamak istedim. Ama Süleyman (a. s,)’ın: ‘Rabbim beni yarlığa ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver’(38 Sa’d 35)şeklindeki ilticasını hatırlayıp bundan vazgeçtim. Böylece Cenâb-ı Hak onu hakir ve kovulmuş bir şekilde defetti» (Buhârî, Salât 75; Müslim, Mesâcid 39).
Hz. Aişe’den şöyle rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber (s.a.v) namaz kılıyordu. Şeytan gelip O’na musallat oldu. Hz. Peygamber Şeytan’ı yakalayıp yere çaldı ve boğazını sıktı. Resûlüllah Efendimiz buyuruyorlar :
«…o kadar ki dilinin serinliğini elimin üzerinde hissettim. Süleyman (a.s.)’ın duası olmasaydı insanların görmesi için onu bağlamak da mümkündü.»
Bu hadîsi, Nesâî tahric etmiş olup el-Hakim’in «Sahîh»inden daha güvenilir olan «Muhtar» ‘ında Ebû Abdillâh el -Makdisî’nin zikrettiği gibi, isnadı İmam Buhârî’nin şartlarını hâizdir. Ebû Said el-Hudrî’ den ise şunlar rivayet edilmiştir:
«Hz. Peygamber sabah namazını kılıyordu; Ebû Said de, hemen O’nun arkasındaydı. Hz. Peygamber kıraati karıştırdı. Namazını tamamlayınca buyurdular ki :
«Benimle İblis’i bir görseydiniz! Elimi uzattım ve derhal boğazını sıktım. O kadar ki, salyasının serinliğini – baş ve işaret parmaklarını göstererek – şu iki parmağımda hissettim. Şayet kardeşim Süleyman’ın duası olmasaydı, inanın onu Mescid’in direklerinden birine bağlardım; Medine’nin çocukları da gelip onu oyuna alırlardı. Artık kim kendisi ile kıble arasına hiç kimsenin girmemesine güç yetirebilirse bunu sağlasın»(İbn Hanbel l l l / 82-83).
Bu hadîsi İmâm Ahmed «Müsned» ‘inde, Ebû Dâvud «Sünen» ‘inde rivayet etmiştir.
Müslim’in Sahih’inde Ebü’d-Derdâ’nın şöyle dediği nakledilir: «Hz. Peygamber namaz kılmak üzere kalmıştı. O’nun şöyle dediğini işittik: ‘Senden Allah’a sığınırım’. Sonra üç defa da: ‘Allah’ın lânetiyle lanet sana!’ dedi ve sanki bir şeyi tutarmış gibi elini uzattı. Namazını bitirince biz sorduk;
— Yâ Resûlâllah! Namazda bir şeyler söylediğini işittik; bunları daha önce senden hiç duymamıştık. Elini uzattığını da gördük? Buyurdular ki:
«Allah’ın düşmanı İblis, yüzüme çarpmak için bir ateş alevi getirdi. Ben hemen üç defa: ‘Senden Allah’a sığınırım’ dedim ve ekledim: ‘Allah’ın tüm lânetiyle seni lanetlerim’. Bunun üzerine İblis geriledi. Sonra ben onu yakalamak istedim. Kardeşimiz Süleyman’ın ilticası olmasaydı şüphesiz İblis, Medine çocuklarının oynayacağı şekilde bağlanmış olurdu» (Müslim, Mesâcid 40).
Bütün bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere şeytanlar, eziyet vermek, ibâdetlerini ifsâd etmek için peygamberlere bile gelip musallat olduğuna ve Cenâb-ı Hak, peygamberleri te’yid ettiği dua, zikir, ibadet ve elle cihâd gibi şekillerle bu şeytanları defettiğine göre, peygamberlerden daha aşağı seviyede olan insanlar haydi haydi şeytanlarla mübtelâdır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ins ve cin şeytanlarını, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini onunla desteklediği çeşitli bilgiler ve en faziletlisi namaz ve cihâd olan amellerle zelîl kılıp reddetmiştir.
Hz. Peygamber’in hadîslerinin pek çoğu namaz ve cihâdla ilgilidir. Kini peygamberlerin yolundan giderse Allah ona, peygamberlere yardım ettiği şeyle yardım eder.
Kendileri için meşru kılınmamış bir din ihdası ile, emrolundukları ortağı bulunmayan tek Allah’a ibadeti ve ümmetine teşri buyurduğu hususlarda Resulüne uymayı bırakan, peygamberler ve sâlih kişiler hakkında aşırılık ve onlarla şirk koşma bid’atını uyduranlara gelince, işte bunları şeytanlar oyuna alır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
«Gerçek şu ki Şeytan’ın inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde hiç bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu sâdece, onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir» (16 Nahl 99-100) .
Yine Allah Teâlâ buyurmaktadır:
«Kullarım üzerinde senin (ey Şeytan) bir nüfuzun olamaz. Ancak sapıklardan sana uyanlar müstesna» (15 Hicr 42) .
Musallat olanın şeytan olduğunu bilmenin yollarından birisi de, böyle bir şey gören kimsenin, durumu aydınlığa kavuşturması için Rabbine dua etmesidir.
Bir başka usûl, bu görünen şahsa: «Sen falancasın öyle mi?» diye sorup ona karşı büyük yeminler vermesi, Kur’ân’da mezkûr tehdit ihtiva eden âyetleri okuyup hatırlatması ve şeytanlara zarar veren buna benzer diğer yollara başvurmasıdır.
Yine bu türden olmak üzere birçok kişi Kabe’nin kendisini tavaf ettiğini görür; üzerinde muazzam bir şekil bulunan büyük bir arş görür, inip çıkan birtakım varlıklar müşahede eder ve bunları melekler, bu muazzam şekli de -hâşâ Cenâb-ı Hak zanneder; oysa bu Şeytan’dır. Birçok kişinin başından böyle olaylar geçmiştir. Bunlardan bir kısmını Allah Teâlâ korumuş, onlar da görünenin Şeytan olduğunu anlamışlardır.
https://sites.google.com/site/ibnteymiye/Home/kabir-ziyareti
Tbut-şiir
Düne kadar aboneydin harama,
Hep derdin ki:’Sözüm geçer parama!’
Şimdi musallada boşa arama,
Banka vezneleri yok tabutların
Söyle biraz avans versin putların!
Tapular bıraktın valiz dolusu.
Varisler şimdiden kurdular pusu,
Niye götürmedin? Hayret doğrusu
Gerçi bagajları yok tabutların
Bir taksi tutardı, sana putların.
Ahlâk felsefende, “Çağdaşlık” maşa,
Üç-beş fahişeyle güreştin başa
Haydi bu gece de kaçamak yaşa
Gümüş şamdanları yok tabutların
Birkaç mum getirsin, söyle putların.
Hep aşkta kazandın(!) verdin kumarda
‘Dolaşmalı’ derdin, ‘Rakı damarda’
Biraz ayıldın mı, bu son şamarda?
Amerikan barı yok tabutların
Söyle de cin-tonik versin putların.
Nerde şimdi beş yıldızlı oteller?
O hüzzam faslına, dem vuran eller?
Nerde o rakseden incecik beller?
Dansözü, şantözü yok tabutların
Zil takıp oynasın şimdi putların
Yaşarken sende bir saplantı vardı
Minareler sanki sana batardı
Hele sabahları tepen atardı
Gördün ya. Konforu yok tabutların
De bir köşk versin sana putların.
Hani “Kur’an” diyen sence yobazdı
Hani o yobaza her zulüm azdı
Az önce mezarcı bir çukur kazdı
İmdat düğmeleri yok tabutların
Üzülme kurtarır(!) seni putların.
Ne kadar büyüktü dindara kinin?
Hacıyı, Hocayı dağlardı dilin
Haydi konuşsana, bitti mi pilin?
Oksijen tüpleri yok tabutların
Söyle de bir nefes versin putların.
‘Uyandım’ diyorsun, lâkin boşuna
Gördün, bakmıyorlar hiç gözyaşına
Ey mevta! Kaldın mı yalnız başına?
Cumuk yasaları yok tabutların
Söyle, bir avukat tutsun putların!
Cengiz Numanoğlu
Ölüye Kuran Okumak
Ölülere Niçin Kur’an Okunmaz?.
وقال الشافعي: ما عدا الواجب والصدقة والدعاء والاستغفار لا يفعل عن الميت ولا يصل ثوابه إليه لقول الله تعالى: {وأن ليس للإنسان إلا ما سعى}
وقول النبي ـ صلى الله عليه وسلم ـ : (إذا مات ابن آدم انقطع عمله إلا من ثلاث: صدقة جارية, أو علم ينتفع به من بعده أو ولد صالح يدعو له )
التاج: 39] التاج ۳۹
—————–
Hediyetül Alaiyye,(Henefi Fıkhı)
KUR’AN NEDİR?
ألقرآن الكريم هو دستور الحيوت الأحياء, لا للأموات
Kur’anı kerim insanlar için bir dustur(ana yasa)dır.Ölüler için değil.
Ancak mu’tadar,yani ölmek üzere olan veya hasta olan insanlar için okunur ve faziletlidir.
(Etterğib-vetterhib)
أخذوا الأجرة على الذكر وتلاوة القرآن فهو حرام – هدية العلائية.
Kur’an ve zikir için ücret almak haramdır.
(Hediyetil alaiye-Hanefi)
24 Ekim-Birleşmiş Milletler Günü-(Zulüm Günü)
24 Ekim-Birleşmiş Milletler Günü
24 Ekim BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜNÜ
1945 Birleşmiş Milletler Örgütünün Kuruluş Tarihidir. Örgüte üye tüm ülkelerde 24 Ekim, Birleşmiş Milletler Günü olarak kutlanır. Birleşmiş Milletler Örgütü evrensel barışı, uluslar arasında güvenliği ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulmuştur. Uluslararası en büyük kuruluştur. Bugün Birleşmiş Milletler’in 176 üyesi vardır. Bu sayı gün geçtikçe artmaktadır.
24 Ekim günü kuruluşa üye ülkelerin gazete, dergi, radyo ve televizyonları Birleşmiş Milletler’le ilgili yayınlar yapar. Okullarda Birleşmiş Milletler’in kuruluş amacı, organları tanıtılır, çalışmaları, çabaları anlatılır.
Tarih boyunca uluslararasında anlaşmazlıklar hep süregelmiş, sonunda çoğu zaman savaşlar olmuştur. Savaşlar uluslararası anlaşmazlıklara çözüm getirmemektedir.
Uluslararası en büyük savaşlardan ilki Birinci Dünya Savaşı dır. Bu savaşta ülkeler ikiye ayrıldı. Dört yıl süren bu savaş sonunda analar, babalar, amcalar, teyzeler, ablalar, ağabeyler öldü. Çocuklar yetim, öksüz kaldı. Ülkeler kana bulandı.
Savaş sonunda ülkelerin endüstri, tarım, ulaştırma gibi gelir kaynaklarında büyük azalmalar oldu. Ülkelerde yokluk ve açlık yaygın duruma geldi. Bu acı görüntüyü gözleyenler uluslararası sorunların ancak barışçı yollarla çözümlenmesi gerektiğine inandılar. Bunu için aralarında 28 Nisan 1919′da Milletler Cemiyeti Antlaşmasını imzalayarak Milletler Cemiyeti’ni kurdular. Milletler Cemiyeti’nin az üyesi olduğundan önemsenmedi, gelişmedi. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması Milletler Cemiyeti’nce engellenemedi.
İkinci Dünya Savaşı sürerken 26 ülkenin temsilcileri Amerika’nın San Fransisko kentinde toplanıp insanlığı savaşların yıkımından korumak için karar aldılar. Ortak bir bildiri yayınladılar. Birleşmiş Milletler Yasası hazırlandı. Yasanın onaylanması ile 24 Ekim 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
Birleşmiş Milletleri tanımak için örgütün kuruluşunu, amaçlarını, ilkelerini, çalışma organlarını yakından inceleyelim.
Birleşmiş Milletlerin Amaçları:
- *Uluslararası barış ve güvenliği sürdürmek.
- *Ülkeler arasında iyi ilişkileri pekiştirmek.
- *Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel işbirliğini sağlamak.
- *İnsanlık sorunlarının çözümünde, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinde birlikte çalışmalar yapmak.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN ANA ORGANLARI
Birleşmiş Milletler Örgütü yukarıda sayılan amaçlara ulaşmak için ana organlar oluşturmuştur. Bu organların başlıcaları şunlardır: Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Uluslararası Adalet Divanı, Genel Sekreterlik.
Genel Kurul:
- *Üye devletlerden oluşur. Her üyenin Genel Kuruldaki temsilcileri beş kişiden çok olamaz. Genel Kurulun Görevleri Şunlardır:
- *Silahsızlanma ve silah denetimi konusunda önerilerde bulunmak.
- *Barış ve güvenliği etkileyecek görüşmeler yapmak, her konuda önerilerde bulunmak.
- *Ülkeler arasındaki iyi ilişkileri bozucu sorunların, barışçı yollarla çözümü için önerilerde bulunmak.
Güvenlik Konseyi:
*Siyasal alanda bir yürütme organıdır. 11 üyesi olan bu kurulun görevleri şunlardır:
- *Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine uygun biçimde barış ve güvenliği korumak.
- *Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu soruşturmak.
- *Uluslararasında çekişmeli konularda anlaşma koşullarını önermek.
- *Silahlanmayı denetleyecek planlar hazırlamak.
- *Barışa karşı bir tehlike veya saldırı olup olmadığını araştırarak, izlenecek yolu önermek.
- *Saldırganlara karşı askeri birlikler kurularak önlemler almak.
Ekonomik ve Sosyal Konsey:
- *Genel kurulca seçilen 27 üyeden oluşur. Üyelikleri sona erenler yeniden seçilebilirler. Başlıca görevleri şunlardır:
- *Birleşmiş Milletler’in ekonomik ve sosyal çalışmalarını yürütmek.
- *Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel konularda raporlar hazırlamak.
Uluslararası Adalet Divanı:
Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler’in yargı organıdır. Ülkeler, istedikleri davayı Adalet Divanı’na götürürler. Divan 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar, Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nce seçilirler. Görev süreleri dokuz yıldır. Divanda bir devletten iki yargıç bulunamaz. Uluslararası Adalet Divanı, Hollanda’nın başkenti Lahey’dedir.
Genel Sekreterlik:
Genel Sekreterlik, Birleşmiş Milletler’in öbür organlarının çalışmaları için gerekli ortam ve koşulları sağlar. Ortaya konan program ve politikaları uygular. Uluslararası barış ve güvenliği bozucu olaylar konusunda raporlar hazırlayıp Güvenlik Konseyi’ne sunar.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÖRGÜTÜNE YARDIMCI KURULUŞLAR
- UNESCO: Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye ülkelerin bilim, kültür ve sanat alanındaki çalışmalarına yardımcı olur.
- FAO: Uluslararası besin örgütüdür. Yoksul ülkelere gerekli besin yardımı yapılmasında öncülük eder.
- UNRA: Yurdundan ayrılıp başka ülkelere göç edenlerin sorunları ile ilgilenir. Göçmenlere yardımcı olur.
- UNICEF: Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun kısaltılmış adıdır. Amacı yeni doğan, büyümekte olan çocukların, gençlerin sorunları ile ilgilenmektir.
Türkiye’nin Üye Olduğu Kuruluşlar-(Bunlar’ın İçinde İslam Ülkeleri Yoktur.)
Türkiye‘nin Dünya üzerindeki konumu.
- Türkiye, aralarında Birleşmiş Milletler,
- Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü,
- Avrupa Konseyi,İslam Konferansı Örgütü,
- Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü,
- Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı,
- Dünya Ticaret Örgütü,
- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
- ,Ekonomik İşbirliği Örgütü ‘nün bulunduğu birçok uluslararası örgüte üyedir.[10].
- 3 Ekim2005 tarihinden itibaren Avrupa Birliği‘ne tam üyelik için müzakerelere başlanmıştır.[11]
Türkiye, siyaset bilimciler ve ekonomistlere göre bir bölgesel güçtür.[12][13]
İslam Konferansı Örgütü
İslam Konferansı Örgütü |
|
||
Tür | Siyasal Ortaklık | ||
Kuruluş | 21 Ağustos 1969 | ||
Resmi dil(ler) | Arapça, İngilizce, Fransızca | ||
Merkez | Cidde , Suudi Arabistan | ||
Genel Sekreter: | Ekmeleddin İhsanoğlu | ||
Üyeler: | 57 üye |
İslam Konferansı Örgütü ya da kısaca İKÖ (Arapça: منظمة المؤتمر الإسلامي, İngilizce: Organization of the Islamic Conference,Fransızca: Organisation de la Conférence Islamique), Eylül1969 tarihinde Fas‘ın başkentiRabat‘ta toplanıp, İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere kurulan 57 üyeye sahip, Avrupa Konseyi veya Birleşmiş Milletlergibi uluslararası hukuk tüzel kişiliğini haiz bir uluslararası teşkilattır.
Konu başlıkları |
Tarihçe]
Church of God adlı tarikata bağlı Dennis Michael Rohan adında Avustralyalı bir Hristiyan‘ın21 Ağustos 1969 tarihinde Mescid-i Aksa’yı kundaklamayı denemesinden sonra İslam ülkeleri başkanları İslam Konferansı Teşkilatını kurdular.
BM‘de daimi olarak temsil de edilir.
Pakistan’daki 2. toplantılarında İslam Kalkınma Bankası‘nın kuruluş planı gündeme getirildi. Bunun ardından İKÖ maliye ve ekonomik işleri bakanları 1973 yılında katıldıkları Ciddetoplantısında mali ve parasal bir müessesenin kuruluşunun önemini vurguladılar. Nihayet İslam Konferansı Teşkilatı’nın 20 Ekim 1975 tarihli zirve toplantısında İslam Kalkınma Bankası‘nın kuruluş planı onaylandı. Bugün İslam aleminin tek çatı altında toplandığı tek kuruluş sıfatına sahiptir. Genel sektererlik görevini Ekmeleddin İhsanoğlu yapmaktadır.
Yapı ve organizasyon
İKÖ aşağıdaki sistemlerden oluşur.
İslamî Zirve
Siyaset yapan en yüksek organdır. Üye devletlerin Kralları, devlet başkanları ve hükümet yetkileleri katılır. Her üç yılda bir yapılır.
Dışişleri Bakanlığı İslami Konferansı
İslami Zirve’de alınan kararların işleyişini incelemek için her yıl toplanır. Dış İşleri Bakanları olur.
Daimi Sekreterya
Organizasyonun yönetici organıdır… İki organın kararlarının uygulanması ile görevlendirilmiştir ve Suudi Arabistan Cidde’de yer alır. Şu anki sekreter 1 Ocak 2005‘den beri Türkiye’den Ekmeleddin İhsanoğlu‘dur.
Komiteler
İslam Konferansı Teşkilatı’nın başlıca organları şunlardır;
- Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (COMCEC-İSEDAK)
- Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Daimi Komitesi (COMSTECH)
- Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi (COMIAC)
- Daimi Mali Komite
- Kudüs Komitesi
- Ekonomik, Kültürel ve Sosyal Sorunlar İslami Komitesi
Destekleyici Organlar
- İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC),Ankara, Türkiye.
- İslami Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA), İstanbul, Türkiye.
- İslami Teknoloji Üniversitesi, Dakka, Bangladeş.
- İslami Ticaret Geliştirme Merkezi, Kazablanka, Fas.
- İslami Fıkıh Akademisi, Cidde, Suudi Arabistan.
- İslami Dayanışma Fonu Yönetici Bürosu ve Vakıfı, Cidde, Suudi Arabistan.
- Nijer İslami Üniversitesi, Niamey, Nijer.
- Uganda İslami Üniversitesi, Mbale, Uganda.
Özelleşmiş Enstitüler
- İslami Kalkınma Bankası (IDB),Cidde, Suudi Arabistan.
- İslami Eğitim, Bilim ve Kültürel Organizasyonu (ISESCO), Rabat, Fas.
- İslami Devletler Yayın Organizasyonu (ISBO) ve Uluslararası İslam Haber Ajansı (IINA),Cidde, Suudi Arabistan.
Bağlı Enstitüler
- İslami Ticaret ve Sanayi Odası (ICCI), Karaçi, Pakistan.
- İslami Başkentler ve Şehirler Organizasyonu (OICC), Cidde, Suudi Arabistan.
- İslami Dayanışma Oyunları Spor Fedarasyonu, Riyad, Suudi Arabistan.
- Uluslararası İslâm Âlemi Komitesi (ICIC), Bingazi, Libya.
- İslami Gemi Birliği (ISA), Cidde, Suudi Arabistan.
- Uluslararası Arap-İslami Okullar Dünya Fedarasyonu, Cidde, Suudi Arabistan.
- İslami Bankalar Uluslararası Birliği (IAIB), Cidde, Suudi Arabistan.
- Diyalog ve İşbirliği İslami Konferasn Gençlik Forumu,(ICYF-DC) İstanbul, Türkiye.
İKÖ’nün Genel Sekreterleri
- 1.H.R.H. Tunku Abdül Rahman (Malezya): (1971-1973)
- 2.H.E. Hassan El-Touhami (Mısır): (1974-1975)
- 3.H.E. Dr. Amadou Karim Gaye (Senegal): (1975-1979)
- 4.H.E. Mr. Habib Chatty (Tunus): (1979-1984)
- 5.H.E. Syed Sharifuddin Pirzada (Pakistan): (1985-1988)
- 6.H.E. Dr. Hamid Algabid (Nijer): (1989-1996)
- 7.H.E. Dr. Azeddine Laraki Fas): (1997-2000)
- 8.H.E. Dr. Abdelouahed Belkeziz (Fas): (2001-2004)
- 9.H.E. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu (Türkiye): (2005’den beri)
Üyeler
- 1 –Afganistanİslam Devleti 1969
- 2 –ArnavutlukCumhuriyeti 1992
- 3 – Azerbaycan Cumhuriyeti 1992
- 4 – Bahreyn Krallığı 1972
- 5 – Bangladeş Halk Cumhuriyeti 1974
- 6 – Benin Cumhuriyeti 1983
- 7 – Birleşik Arap Emirlikleri Devleti 1972
- 8 – Brunei Darüsselam 1984
- 9 – Burkina Faso 1974
- 10 – Cezayir Demokratik Cumhuriyeti 1969
- 11 – Cibuti Cumhuriyeti 1978
- 12 – Çad Cumhuriyeti 1969
- 13 – Endonezya Cumhuriyeti 1969
- 14 – Fas Krallığı 1969
- 15 – Fildişi Sahilleri Cumhuriyeti 2001
- 16 – Filistin Devleti 1969
- 17 – Gabon Cumhuriyeti 1974
- 18 – Gambia Cumhuriyeti 1974
- 19 – Gine Cumhuriyeti 1969
- 20 – Gine Bissau Cumhuriyeti 1974
- 21 – Guyana Cumhuriyeti 1998
- 22 – Irak Cumhuriyeti 1975
- 23 – İran İslam Cumhuriyeti 1969
- 24 – Kamerun Cumhuriyeti 1974
- 25 – Katar Devleti 1972
- 26 – Kazakistan Cumhuriyeti 1995
- 27 – Kırgızistan Cumhuriyeti 1992
- 28 – Komorlar Birliği 1976
- 29 – Kuveyt Cumhuriyeti 1969
- 30 – Libya Sosyalist Arap Halk Cumhuriyeti 1969
- 31 – Lübnan Cumhuriyeti 1969
- 32 – Malezya 1969
- 33 – Maldivler Cumhuriyeti 1976
- 34 – Mali Cumhuriyeti 1969
- 35 – Mısır Arap Cumhuriyeti 1969
- 36 – Moritanya İslam Cumhuriyeti 1969
- 37 – Mozambik Cumhuriyeti 1994
- 38 – Nijer Cumhuriyeti 1969
- 39 – Nijerya Federal Cumhuriyeti 1986
- 40 – Özbekistan Cumhuriyeti 1996
- 41 – Pakistan İslam Cumhuriyeti 1969
- 42 – Senegal Cumhuriyeti 1969
- 43 – Sierra Leone Cumhuriyeti 1972
- 44 – Somali Cumhuriyeti 1969
- 45 – Sudan Cumhuriyeti 1969
- 46 – Surinam Cumhuriyeti 1996
- 47 – Suriye Arap Cumhuriyeti 1972
- 48 – Suudi Arabistan Krallığı 1969
- 49 – Tacikistan Cumhuriyeti 1992
- 50 – Togo Cumhuriyeti 1997
- 51 – Tunus Cumhuriyeti 1969
- 52 – Türkiye Cumhuriyeti 1969
- 53 – Türkmenistan Cumhuriyeti 1992
- 54 – Uganda Cumhuriyeti 1974
- 55 – Umman Sultanlığı 1972
- 56 – Ürdün Krallığı 1969
- 57 – Yemen Cumhuriyeti 1969
Gözlemciler
- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk Devleti adıyla
- Rusya Federasyonu
- Bosna-Hersek
- Tayland
- Orta Afrika Cumhuriyeti
Müslüman Kuruluşlar
Uluslararası Kuruluşlar
- 1 – Birleşmiş Milletler (BM) 1976
- 2 – Bağlantısızlar Hareketi (NAM) 1977
- 3 – Arap Birliği (ADB) 1975
- 4 – Afrika Birliği (AU) 1977
- 5 – Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) 1995
- 6 – D-8
İKÖ’nün Toplantıları
Sayı | Tarih | Ülke | Yer |
---|---|---|---|
1. | 22 Eylül – 25 Eylül 1969 | Fas | Rabat |
2. | 22 Şubat – 24 Şubat 1974 | Pakistan | Lahore |
3. | 25 Ocak – 29 Ocak 1981 | Suudi Arabistan | Mekke ve Taif |
4. | 16 Ocak – 19 Ocak 1984 | Fas | Kazablanka |
5. | 26 Ocak – 29 Ocak 1987 | Kuveyt | Kuveyt şehri |
6. | 9 Aralık – 11 Aralık 1991 | Senegal | Dakar |
7. | 13 Aralık – 15 Aralık 1994 | Fas | Kazablanka |
1. Olağanüstü | 23 Mart 1997 | Pakistan | İslamabad |
8. | 9 Aralık – 11 Aralık 1997 | İran | Tahran |
9. | 12 Kasım – 13 Kasım 2000 | Katar | Doha |
2. Olağanüstü | 5 Mart 2003 | Katar | Doha |
10. | 16 Ekim – 17 Ekim 2003 | Malezya | Putrajaya |
3. Olağanüstü | 7 Aralık – 8 Aralık 2005 | Suudi Arabistan | Mekke |
11. | 13 Mart – 14 Mart 2008 | Senegal | Dakar |
Dış Bağlantılar
- Resmî SESRIC – İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi
- Resmî IRCICA – İslami Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi
- Resmî İslam Konferansı (Arapça, İngilizce, Fransızca)
- UN İslam Konferansı Örgütü
- Resmî İKT Pamuk Yatırım Forumu (Türkçe, Arapça, İngilizce, Fransızca)
|
Vatikan
Vatikan (Pontificio), İtalya‘nın Romaşehrinde bulunan, Hıristiyanlık dinininKatolik mezhebinin yönetim merkezi olan devlet. Yerleşik nüfus 930 civarındadır. Fakat Vatikan turistik bir yer olduğundan bu nüfus turistlerle 1.500’ü aşmaktadır. Çevresi yüksek duvarlarla kaplıdır ve kameralarla izlenmektedir. Dünyanın nüfus ve yüzölçüm olarak en küçük ülkesidir. Mutlak monarşiyedayalı bir yönetim uygulanır. Devlet başkanı olarak Papa‘nın sözleri yasa hükmündedir.Papa, hem devlet başkanı, hem de Katolikmezhebinin ruhani lideridir. Katolik kilisesinin genel başkanı, Vatikan Devleti’nin de başkanı olur. Papa yasama, yürütme ve yargının da başkanıdır. Vatikan’ın 100 kişilik küçük bir ordusu vardır.
Konu başlıkları |
Geçmiş
Vatikan tarihi
İtalya‘nın tarihiyle hemen hemen aynı tarihe sahip olan dünya Katolik dininin merkezi kabul edilen 0.44 km karelik alana sahiptir. Pontificio ruhban sınıfı tarafından yönetilir. Devlet başkanı Papa‘dır.
1929‘da İtalya Devleti’yle Kilise arasındaPatti Lateranensi antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla ülkenin resmi dininin Katolik dini olduğu ve Roma’nın kutsal bir şehir olduğu ilan edildi.
Papa’nın kabul günü:
Papa’nın kabul günü genellikle kışın haftada bir kez çarşamba günleri Vatikan şehrinde, yazın ise Roma’ya yaklaşık 40 km. uzaklıktaki Castel Gondolfo‘da gerçekleştirilir. Bu genel kabul gününe katılmak için Prefetto della Casa Pontificia, 00120 Città del Vaticanoadresinde bulunan büroya başvurmak gerekir. Katolik dinine mensup olanların bağlı olduğu kiliseden bir yazı getirmesi istenmektedir. Papa’nın kabul gününe katılacak kadınların, uzun kollu, başı kapalı, koyu renkli veya dikkati çekmeyen sade giysilerle; erkeklerin ise koyu renkli ceket ve kravatla katılmaları gerekmektedir.
Başkent | Vatikan Şehri[2] 41°54′N 12°27′E |
Resmî dil(ler) | Latince, İtalyanca |
Etnik gruplar | İtalyan, İsviçreli (Vatikan İsviçre Muhafızları), diğer [3] |
Yönetim biçimi | Monarşi |
– Papa | Papa Benedict XVI |
– Devlet Komisyonu Başkanı | Giovanni Lajolo |
Kuruluş | |
– Lateran Antlaşması | 11 Ocak 1929 |
Nüfus | |
– Temmuz 2009 tahmini | 826[4] (220.) |
Para birimi | Euro (€)[5][6] (EUR ) |
Zaman dilimi | CET (UTC+1) |
– Yaz | CEST (UTC+2) |
Trafik akışı | sağ |
Internet TLD | .va |
Telefon kodu | +379 |
Birleşmiş Milletler-(Hıristiyan Dünyası)
Avrupa Birliği Yıkılacak,İslâm Birliği Kurulacaktır.
BU HIRİSTİYAN DÜNYASINA KARŞI İSLÂM DEVLETLERİ BİRLEŞMEK ZORUNDADIRLAR.AVRUPALI HAÇÇOILAR NASIL BİRLEŞTİYSE,AMERİKA NASIL BİRLEŞTİYSE.İSLÂM ÜLKELERİDE BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE OLMALIDIRLAR.
Resmî diller
Arapça, Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça örgütün resmî dilleridir.
Prensipte yalnız bağımsız devletler BM üyesi olabilir. Fakat üye olan dört ülke (Beyaz Rusya, Hindistan, Filipinler ve Ukrayna), üye olduklarında bağımsız değildiler.
Veto hakkına sahip beş ülke, ikinci dünya savaşından galip ayrılan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin Halk Cumhuriyeti‘dir.
Birleşmiş Milletler‘e (BM) üye devletler bu maddede sıralanmaktadır. BM’in şu anda 192 üye devlet olup hepsi de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu‘nun üyesidir.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi‘de bölüm 2’nin 4. maddesine göre[1]
- Birleşmiş Milletler’de üyelik, geçerli sözleşmeyi kabul edip örgütün karârına göre sözleşme maddelerini yerine getirecek durumda ve getirmeye hazır her barışsever millete açıktır.
- Her başvuran ülkenin Birleşmiş Milletler’e kabûlü, Genel Kurul’un Güvenlik Konseyi‘nce verilmiş tavsiyeye uyarak karar vermesiyle olacaktır.
Prensipte yalnız bağımsız devletler BM üyesi olabilir. Fakat üye olan dört ülke (Beyaz Rusya, Hindistan, Filipinler ve Ukrayna), üye olduklarında bağımsız değildiler. Bunun dışında Güvenlik Konseyi’nin ve Genel Kurul’un tasdîki gerektiğinden Montevideo Konvansyonu‘na göre bağımsız olan bâzı varlıklar, BM tarafından bağımsız ülke sayılmadığı veya bâzı BM üyelerince muhâlefet olduğundan üye değildiler.
Uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları ve devletliği veya bağımsızlığı kesin olarak tanımlanmamış varlıklar, ancak onlara seçme hakkını tanımayıp sâdece Genel Kurul’da konuşma hakkı veren Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gözlemcisi olabilirler.
Konu başlıkları
Şimdiki Üyeler
Eski Üyeler :
Batı Almanya ve Doğu Almanya Birleşik Arap Cumhuriyeti Çekoslovakya Kuzey Yemen veGüney Yemen SSCB Tanganika ve Sansibar Yugoslavya
Ne Ğem Yersin
اِلَهِي
نَه غَمْ يِيرسڭ بَهَې عاصي گناهكار
ِدِلْدَه حَقْ كَلَامِي قُرْاَنِمِزْ وَارْ
مَحْواِيدُوبْ عِصْيَانِمْ تَوْبَه اِسْتِغْفَارْ
بِزْ اَهْلِ تَوْحِيدِزْ اِيمَانِمِزْ وَارْ
ثُنِّي لََرِزْ بَيْتُ اللهْ يَپَارِزْ
بَشْ وَقِتْ سَجْدَه اِيدُوبْ طُپْرَاقْ اُوپَرِزْ
بِڭْ بِرْآَدْلِي بِرْ سُبْحَانَه طَپَارِزْ
گُنَاهِمْ بَاغِشْلَرْ يَزْدَانِمِزْ وَارْ
َسنْجَاغِي اَلِنْدَه اَصْحَابْ يَانِڭْدَه
گَاهِي صِرَاطْ گَاهِي مِيزَانْ اُوگُونْدَه
يَارِينْ قِيَامَتَّدَه مَحْشَرْ يَرِنْدَه
شَفَاعَتْ صَاحِبِي سُلْطَانِمِزْوَارْ
قَلْبِمِزْ مُجَلَّا گُمُوشْدَنْ پَاكْدِرْ
خَالِقِمِزْ بِرْدِرْ شُپًهَه مِزْ يُوقْدُرْ
بِزْ مُحَمَّدِي يِزْ دِينِمِزْ حَقْدِرْ
فِرْدَوْسِ اَعْلَادَه سَيْرَانِمِزْوَارْ
يُونُوسْ اَمْرَه
|
İlahi
Ne ğem yersin behey asi günahkar.
Dilde hak kelamı Kur’anımız var.
Mahvedip isyanım,Tevbe istiğfar.
Biz ehli tevhidiz,İmanımız var.
Sünnileriz Beytullah yaparız.
Beş vakit secde eder toprak öperiz.
Binbir adlı bir Subhana taparız.
Günahım bağışlar,Yezdanımız var.
Sancağı elinde,Ashab yanında.
Gahi sırat,gahi mizan önünde.
Yarın kıyamette,mahşer yerinde.
Şefaat sahibi,Sultanımız var.
Kalbimiz Mücella gümüşten pakdır.
Halıkımız birdir,şüphemiz yoktur.
Biz Muhammediyiz,Dinimiz hakdır.
Firdevsi âlâda,Seyranımız var.
Yunus Emre
|
Hıristiyanlar,Telefonla Günah Çıkartıyor
Hıristiyanlıkta ruhbanlık vardır.Yani bir zalim suç işlediğinde Papaz Tanrı dedikleri varlık adına,Rabları İsa adına günah çıkartıyorlar.Yani Corç Puşt Irakta binlerce insanı katleder,Papaya bir telefon edince Günahları bağışlanır.Zaten Haçlı seferlerinin kararlarınıda bu sapık papalar almıyormudu?.Ne yazıkkı cocuk doğar doğmaz bu sapık fikre saplandırıyorlar.Bu saplantı kişi büyüdüğünde karşısına zulüm olarak çıkıyor.Ben bu haberi okuyunca İslamın ne kadar gerçek bir din olduğunu bir kez daha anlamış oldum.
TELEFONLA GÜNAH ÇIKARMAYIN DİNLİYORLAR
Mısır’daki Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin Başı Papa Üçüncü Şenuda, Telefonla Günah Çıkarmayı Yasakladı.
Mısır’daki Kıpti Ortodoks Kilisesi’nin başı Papa Üçüncü Şenuda, telefonla günah çıkarmayı yasakladı. El Mesri el Yum Gazetesi’nin haberine göre, Kıpti Papa, “Telefonlar dinleniyor olabilir. İtiraflarınız devletin güvenlik makamlarına ulaşabilir” dedi.
Ülkedeki Kıpti Ortodoks azınlığın ruhani lideri, internette yapılan itiraflara da karşı çıktı. Üçüncü Şenuda, “Bu bir günah çıkarma sayılmaz. Çünkü internette bunları herkes okuyabilir ve bunlar sır olmaktan çıkarlar” diye konuştu. Şenuda daha önce de manastırdaki keşişlerin cep telefonu taşımasını yasaklamıştı.
27.12.2008 01:
http://mehmetselimpolat.spaces.live.com/blog/cns!32A9BF030651581!1906.entry
İSRAİL TERÖRİST BAŞIDIR
(TEVBE suresi 23. ayet)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Ey iman edenler!.Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa,Babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin.Sizden kim onları dost edinirse,İşte onlar zalimlerin kendileridir.
(MÂİDE suresi 51. ayet)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Ey iman edenler!
Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin.
Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.
Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.
(BAKARA suresi 120. ayet)
وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, Andolsun ki,Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
İslâm’da Laiklik Yoktur.إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır.
Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal hayatın dışına itilmesi, din adamları sınıfının devletin siyasal hayatında din adına etkin olmalarının engellenmesi diye ifade edilir.
Buna cevap olarak deriz ki: Laiklik Fransa’da kilisenin ve papazların siyasete karışmasından sonra Rönesanss ile kiliseyi ve din adamlarını devlet yönetiminden uzaklaştırmak için çıkarılmış bir sistemdir. Fakat İslam’da batıda bilinen şekliyle bir “ din adamları “ sınıfının varlığı söz konusu değildir. Dolayısı ile böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunması söz konusu değildir. Dolayısıyla böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunmalarından ve devletin siyasetinden aktif bir rol oynamalarından söz edilemez.Çünkü böyle bir sınıf yok ki, bu sınıfın icra edeceği fonksiyon kabul veya redde konu olsun.
أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ
“Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?. Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?. “ ( Maide 50 )
Cahiliyyenin anlamı belirgin bir biçimde bu ayette ortaya konulmuştur.Cahiliyye, Allah’ın belirttiği, Kur’an’da ifade edildiği üzere insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılınması, Allah’a kulluğun bırakılması, Allah’ın ilahlığının reddedilmesi ve de buna karşılık, kimi insanların ilah kabul edilmesi ve Allah’a değil onlara itaat ve ibadet edilmesi, onlara tapılmasıdır. Cahiliyye bir olgudur. Geçmişte yaşanan bu olguyla, bu günde yarın da yine karşılaşılacaktır. Cahiliyyenin niteliği İslam’la çelişmek, İslam’a karşı olmadır.
Allah’ın şeriatını reddeten; cahiliyye düzenini kabul ediyor, cahiliyyeyi yaşıyor demektir.! “Cahiliyye sistemleri yalnızca putperestlik şeklinde ortaya çıkan ya da buna benzer mitolojik tanrılara tapmak şeklinden ibaret değildir. Kavmiyet ve vatan gibi ad ve şekli değişik olabilir.Başkalarını zorla egemenliği altında tutan diktatör ve tağutlar gibi yeni putlar olabilir, hatta heykel putlar bunların birer sembolü olabilir .”
Günümüzde bütün çağdaş toplumlar, komünst, kapitalist, yahudi, hırıstiyan ve sözde müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliyye toplumunu teşkil etmektedirler. Çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiklerini ifade etmekle birlikte tevhid akidesinin en önemli esası olan otorite hakkını ,egemenlik, hakimiyet, yetkisini Allah’a vermemektedirler. Hayatlarını düzenleyecekleri kanun ve kuralları koyma yetkisini, hem de mutlak manada, kendi hemcinslerinin oluşturdukları bazı kurumlara parlemento, hükümet ve yargı gibi organlara vermektedirler. hakimiyetin, hüküm koyma yetkisinin mutlak manada “millet”e ait olduğu ilkesini benimsemektedirler.
Sosyal konumu itibariyle kendilerince alt tabakalarda bulunan bir müslüman hanımın başını örtmesine itiraz etmeyenler, başını örten ya da çarşafa bürünen üniversite öğrencisi ya da belli bir kariyer ve kendilerince yüksek bir mevkide olan birisi oldu mu bu sefer devrim krizleri geçirir, laiklik saralarına tutulur, uysal , insan hakları havarisi kesilenler birden bire kırmızı görmüş boğaya dönerler; hatta bazıları daha da sapıtarak ağızlarından salyalar saçan bir mahluka dönüşürler.
Burjuvalar, tağutlar,laikler, tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduranlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinlikle karşı çıkacaklardır. Zira Allah’ın indirdiği hükümler uygulandığında, onların yüzlerine geçirmiş oldukları ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah’a ait olacaktır. Sömürü, zulüm ve haram üzerine kurdukları cahiliyye düzeninde kendilerine maddi çıkar sağlamakta olan sömürücü egemen güçler elbette ki Allah’ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır.
Hüküm koyma yetkisi, sadece ve tek Allah’ın olmalıdır. İlahlığın her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik yani hakimiyet kanun koyma hakkı ilahlığın özelliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir gurup, bir ulus, isterse uluslar arası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun, ilahlığın nitelikleri noktasından, herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir.
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Yoksa Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi . Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır “ ( Şu’ra 21 )
“ Şimdi sen , kendi hevasını İlah edinen ve allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı , kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü ?..”( casiye 23 )
Bu ayet ve tefsirinden anlaşıldığı üzere , hayatlarını düzenlerken Allah’ın değil de hevalarını esas almaları, hevalarını ilahlaştırmak şeklinde nitelendirilmektedir.
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا
“Allah ve Rasulu ,bir işte hüküm verdiği zaman , artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur . Kim Allah’a ve Rasulune karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur .” (Ahzab 36 ) İslam sisteminin temel kurallarından birini, bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır. Bu ayet insanların hevalarını esas almalarını , Allah ve Rasulunun bir hüküm verdiği konularda, insanların farklı, zıt hüküm koymaya kalkışmalarını temelden yasaklıyor.Laikliği de İslam karşıtı bir cahiliyye olarak dışlıyor.
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ
“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi.Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler“ (Mu’minun 71)
لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
“And olsun ,size öylebir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enbiya 10)
Allah’a kulluktan kaçınanlar,sınırsız mercilere kullukta bulunma zilletine düşerler . Kendileri gibi insanlara kullukta bulunurlar. Onların önünde eğilerek hayatını onların kanunlarıyla, nizamlarıyla , değerleriyle kendileri gibi beşeri güçlere ibadet etme zilletini yaşarlar. Onlar ve bunlar yani yöneten ve yönetilenler Allah’ın önünde eşit oldukları halde birbirlerini Allah’tan başka rabbler edinirler.
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim ..” (Al-i İmran 64)
“اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
”Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” ( Tevbe 31 )
Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah’ın kendisidir. !
“Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der.
Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke’den kaçtım. Bacım ise müslümanlara köle oldu. Zamanla Rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti.Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu.
Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve “ müslüman olduğunu, İslam dininin çok güzel bir din olduğunu, islam’ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Hz. Muhammed’den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur. Hem mekke senin yurdun, kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin “ diyerek beni ikna etti .
Bende geri geldim .Mescidde Rasulullah’ı etrafında sahabelere:
–“Onlar, Allah’dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,”Tevbe 31” ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Haç olduğu halde yanına geldim .
–Ey Allah’ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet de etmedik,dedim.
–Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim der.
-Bunun üzerine Hz. Muhammed : “Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu “. Bende çıkardım . “Ettiniz Adiyy , ettiniz “ dedi.
–“O rahipleriniz , alimleriniz size Allah’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram koymadılar mı ?”
–Bende evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı. Bunun üzerine
–“ işte onların bu yaptıkları Rabb’liktir. Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir “ dedi. “
BAĞKUR EMEKLİLİĞİ
BAĞKUR EMEKLİLİĞİ
Bakkalım. Bagkur’a kaydolmamız zorunlu. Kaydoldum ve pirim ödüyorum. Devam edersem bir gün emekli olup emekli maaşı alacağım. Bu maaşı almam caiz midir? Değilse nasıl bir yol takip etmeliyim, alacağım parayı ne yapmalıyım?
Devletin kontrolünde bir sosyal güvenlik müessesesi olması bakımından Bağkur ile Sosyal Sigortalar ya da Emekli sandığı arasında bir fark yoktur. Bunlar kapıtalist ekonomik sistemlerin zorunlu kıldığı ve bu sistemlerin doğurduğu aksaklıklardan sadece birini gidermeye yönelik müesseselerdir.
Bunları zorunlu kılan arızalar olmasaydı bunlara da gerek duyulmayacaktı. Her neyse, bu sistemin günahı olan bu arızalar bulunduğuna göre bu müesseselerde zararı hafitletmek üzere var olacaktır. Önce bir müslüman olarak konumuza dikkat çekmiş olduk.Müslümanın müslüman olarak iradesine itibar edilmeyen bir düzende yaşayabilmesi için ona, imanına mal olmamak üzere, zorla yaptırılan uygulamalardan sadece yaptıranlar sorumludur.
Öyleyse; iş yeri açmak, ya da helâl bir işte çalışmak için Bağkur’a (sosyal Sigortalara, Emekli Sandığına) kaydolma zorunlulugu getiriyorlarsa kaydolunur. Kaydolanın iradesine rağmen kesilen pirimler verilir. Verildikleri zamanlardaki değerleri (en az yanıltan altına göre) hesaplanır.
Emekli olunca, verdiklerinin tamamını, değer olarak tahsil edinceye kadar emekli maaşı almaya devam eder. Çünkü bu onun kendi parasıdır. Böylece kendinden pirimler olarak kesileni ‚bitirdikten sonra durumuna bakar. Fakir ise, çalışma gücü ve işi de yoksa almaya devam eder.
Çünkü bu durumda devlet zaten ona bakmakla görevlidir. Fakir değilse veya geçinecek kadar para alabileceği bir işte çalışma imkânı varsa ondan sonra alacağı aylıklar şüphelidir. Takvaya uygun olanın onu alıp; hayır kurumları vasıtasıyla tekrar millete iade etmek olduğu söylenmektedir. Hiç almamak ise uygun değildir. Çünkü devlete geri dönenin kötü yerlerde kullanılması kuvvetle muhtemeldir.(Bunun Islâm tarihindeki örneği için bk. Fetavây-i Hindiyye. V/342)
BABA OLMANIN GÖREVLERİ
BABANIN ERKEK ÇOCUĞUNA BAKMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN ŞARTLARI
a) Erkek çocuk büluğ çağına gelmemiş olmalıdır. Ancak çocuk büluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü devam eder.
b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan yapılabilir.
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır. Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.
a) Erkek çocuk büluğ çağına gelmemiş olmalıdır. Ancak çocuk büluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü devam eder.
b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan yapılabilir.
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır. Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.
Babanın kız çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları
a) Kızda büluğ ve yaş aranmaz. Evleninceye kadar kız çocuklarının geçimi babaya aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük kocasına geçer. Kocası ölür veya boşanırlarsa kadın yine babasının evine döner. Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz. Fakat Islâmî ölçüler içinde bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da câizdir.
b) Fakir olmalıdır. Eğer kızın malı varsa, geçimi ondan sağlanır.
c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin olmalıdır.
d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir.
Bir kimsenin yakınlarının geçimini sağlarken öncelik vereceği kimseler hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir: Ebû Hûreyre (r.a) nakleder: “Bir adam Resûlullah (s.a.s)’a gelerek şöyle dedi: Ey Allah’ın elçisi! Benim yanımda bir dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz. Peygamber; “Kendi ihtiyacın için sarfet” buyurdu. Adam: “Yanımda başka bir dinar daha var” dedi. Hz. Peygamber; Eşine sarfet” buyurdu. Adam dedi: “Başka bir dinar daha var”. Hz. Peygamber; “Çocuklarına sarfet” buyurdu. Adam:
“Bir dinar daha var” dedi. Hz. Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi. Son bir dinar daha olduğunu söyleyince de; “Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin” buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı” (Ahmed b. Hanbel, II, 251, 471; Nesâî, Zekât, 54).
İşte Sahte Peygamber
MEZHEPLER
Mezhepler nasıl ve ne zaman doğmuştur?
Peygamberimiz (S.A.V.) hayatta iken herhangi bir mezhebe ve müçtehide ihtiyaç duyulmuyordu. Çünkü peygamberimiz doğrudan meseleleri ve ilgili hükümleri asıl kaynagindan, yani VAHY’den aliyordu. Dünya işlerinde Peygamberimizin (S.A.V.) bazen kendi görüşünü ortaya koyduğu vakidir. Yani bazi hususlarda kendileri içtihad ederlerdi. Ancak dini konularda buna gerek duyulmaz, Cebrail’in vahiy indirmesi beklenirdi.
Ashab devrinde de içtihada gerek görülmediği gibi, mezheblere lüzum hissedilmemiştir. Ashab’dan biri karşısına çikan bir mesele hakkında kendinde bir çözüm bulamadığında, onu arkadaşlarına sorar, doğruyu öğrenip öylece cevap verir veya meseleyi çözerdi. Ancak Ashab-i Kiram fethedilen Islam ülkelerine dağılıp her biri gittiği ülkede Islami yayarken ancak kendi bildiklerini öğretebildi. Zamanla Islam Devletinin sınırları genişlemiş, ashab azalmış ve yeni yeni meseleler ortaya çıkmış, böylece farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıstır.
Tabii’nin devrine gelindiğinde ise meselenin önemi kavranmıs ve ümmeti dinin kaynağında birleştirip Vahdet’i sağlamak için Peygamberimiz (S.A.V.)’in hadislerini toplama, tasnif, tahlil, birbirleriyle ve Kur’an ile karsılaştırmak süretiyle hüküm çıkarma çalışmalarına girişilmiştir.
Işte atılan bu ilk adımla birlikte ilim adamları kollarını sıvayarak işe koyulmuştur. Ancak kendine güvenen ilim adamları bu işe koyulurken “biz bir mezhep kuruyoruz, siz de bize uyacaksınız” diye bir fikir, bir öneri ortaya atmak şöyle dursun böyle birşey hatırlarından bile geçmemiştir. Şu da unutulmamalıdır ki, mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları teferruat meselelerde olup, dinin zaruri hükümlerinde ve te’vili mümkün olmayan “muhkemat”ta bütün hak mezheb alimleri ittifak içindedirler.
AVRUPAYA GİRECAĞIZ-(ŞİİR)
Avrupaya girecağız,medeni olacağız.
İslamdan zarar gördük,Nasranî olacağız.
Ne üretirse Avrupa,baş üstüne alacağız.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Birlikte,PKK kaynağını kurutacağız.
Müslümanlar,Gerici,bir bir vuracağız.
Şeriata karşılık, Demokrasi kuracağız.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Namaz bitmiyor,bir saat dua yeter.
İsa Rabbimiz, gelecek, o bize önder.
Cehennem yok,herkes cennete gider.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Kadın erkek,eşittir,adalet koyacağız.
Yönetime el atıp,saltanat sürecağız.
Bize,Ana baba karışmaz,reis olacağız.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Zorla bir şey olmaz,diyalok kuracağız.
Geleceğe bakacak,geçmişi unutacağız.
Yobaz değil,kültürlü,çağdaş olacağız.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Hıristiyanlık çok kolay,dua edecağız.
Değişime açıktır,kitap yaratacağız.
Allah kanun koyamaz,Üretecağız.
Düşmanlığı bıraktık,Kardeş olacağız.
Sınırı kaldıracağız,devlet kuracağız.
Dünyayı,baştan başa dolaşacağız.
Pasaporta ne gerek,serbest olacağız.
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Allah bilir kim gerici,kim yobaz.
Ortaya çıkmış bizim hokkabaz.
Zırbalıyor yine,bizim baş papaz
Düşmanlığı bıraktık,kardeş olacağız.
Ben,Tek kalsamda,Müslüman ölecağım.
Yahudi,Hıristiyanı düşman bilecağım.
Ben,Asla Bunlara kardeş olmayacağım.
Müslüman doğdum,Müslüman ölecağım.
Mehmet Selim Polat
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?sair=59890&siir=1342935&order=oto
MUTLU NOELLER MÜSLÜMAN!
MUTLU NOELLER MÜSLÜMAN!
Mutlu Noeller Müslümanlar..Mutlu Noeller Irak,Mutlu Noeller Filistin,Mutlu Noeller Çeçenistan,Mutlu Noeller Afganistan, Filipinler, Bosna,Ve daha bir çok islami mücadelenin yaşandığı beldeye Mutlu Noeller..
Sizlere Barış Getirildi, Çelik Gövdeli Araçlarla..Bir sabah uyandığınızda karşınızda barış elçilerini gördünüz..
Ellerinde teknolojinin son icadı buketlerle size yeni bir dünya verdiler..Annesiz, Babasız, Eşsiz, Kardeşsiz, Arkadaşsız, Kolsuz, Bacaksız Ucube bir dünya.
Diğer Müslümanları da Unutmadılar Tabi..En Modern Felsefeler, En Eğlenceli diyaloglarla onlarında ruhlarına eşsiz bir huzur verildi..
Önce Kurbanlık Kesmenin Hayvan katliamı olduğunu öğretildi, sonrasında Hindi kesmenin eğlenceli yönleri anlatıldı..
Sonra Peygamberlerine Hakaret edildi, Aşağılayıcı Karikatürleri çizildi, Sonrasında bir yılbaşı partisiyle bunlar unutulmaya çalışıldı..Önce incittiler ama sonra noel babanın hediyeleriyle sevindirdiler..
Çocuklarına uyurken Sünnetin Emrini bir kenara atıp gece noel babanın gelmesi için dualar öğrettiler..
Irzlarına geçtikleri Iraklı kadınlara Noel günü Birer gül verip Üzüntülerini Dile getirdiler..
Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde birkaç mesajla geçiştirdiler, Noel gününü ise müslümanların ülkesinde, yorulmasınlar, eğlencelerinin tadına varsınlar, işleri kendilerini noeli kutlamaktan alıkoymasın diye Tatil yaptılar.
Biz ise bütün bunları unutarak, ehli küfrün, ehli kitabın amellerine, adet, gelenek ve göreneklerine muhalefet etmemiz gerekirken onlara eşlik ettik.. Hatta onlara kendi bayramımızı öğreten bir heyecan ve mutlulukla..Halbuki islam bunu emretmiyor.. Buyrun, ırzına geçilen kadınları, kimsesiz bırakılan çocukları, kolsuz bacaksız bırakılan insanları, düğün gecesi kocasının karşısında namusu kirletilen genç kızları noel gecesinde Hristiyan alemini yanlız bırakmayanlara karşı rahatlatan müjdeyi okuyalım…
“Zulum yapanlara en ufak meyil göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. sizin Allah’tan başka velileriniz de yoktur sonra yardım da göremezsiniz.” (K.Hûd (ll) 113.)
”Ve zulüm yapmış olanlara rükun etmeyin, yani, zulüm ve haksızlık yapanlara herhangi bir şekilde destek vermek, yakınlık gösterip yaltaklanmak şöyle dursun, meyil bile etmeyin, yüz vermeyin, ilgi göstermeyin ki sonra size ateş dokunur. Ve sizin Allah’dan başka dostlarınız yoktur, sonra mansur da olmazsınız, Allah’ın yardımına nail olamazsınız. Size dokunacak olan ateşten kendinizi kurtaramaz, kurtarıcı da bulamazsınız. “(Elmalılı Tefsiri Hud 113).
İki Yüzlülüğün Kötülenmesi
259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi
Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan gizlemelerinin mümkün olmadığını, insanların da madenler gibi cins cins değişik karakterlerde olduklarını, en kötü insanların iki yüzlü kimseler olduğunu, idarecilere yanlarında başka türlü, yanlarından çıkınca başka türlü konuşmanın Rasûlullah (s.a.v.) zamanında nifak alameti sayıldığını öğreneceğiz.
“Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah’tan gizleyemezler. Çünkü gecenin karanlığında Allah (c.c.)’ın razı olmadığı düşünce ve inançları her ne zaman tasarlasalar, Allah onların yanı başındadır ve Allah onların tüm yaptıklarını ilmiyle kuşatır. Sizler belki bu dünya hayatında onları savunabilirsiniz, ya kıyamet günü kim onları Allah’a karşı savunacak, kim onların vekili olacaktır.” (Nisa: 4/108-109)
1543. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en kötü kişileri de iki yüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle diğerlerine bir başka yüzle gider gelirler.”
1544. Muhammed İbni Zeyd’den nakledildiğine göre bazı kişiler, dedesi Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’ya gelip:
– Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam tersi sözler söyleriz, dediler. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer:
– Bu sizin yaptığınızı biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki yüzlülük sayardık, cevabını verdi.
* İki yüzlü davrananlar insanların en kötüleridir. (4/143) Cehennemde en derinde yanacaklardır. İkiyüzlülük ashab tarafından münafıklık olarak değerlendirilmiştir. Müslüman her zaman ve her yerde mert, doğru sözlü ve dürüst davranışlı olmalıdır.
Riyazüssalihin,Cilt-1